banner2

Bize neler oluyor?

Görme şansı yakalamadım, fotoğraflarını gördüm, çok kişiden hikâyelerini dinlediğim Dr. Fazıl Küçük, toplum liderliğini yürüttüğü dönemde, Lefkoşa Girne Caddesi’ne kapısı açılan ofisinin önüne çektiği hasır sandalyede otururdu. Gelen gidenle selamlaşır, halkın nabzını tutardı.

Hatta Girne Caddesi sohbetleri dillere destandır. Yurttaşın içinde tek başına gezinmekten öte onlarla şakalaşıp günün negatif enerjisinin, yurttaşın arasında geçirilen zamanla atıldığı günlerdi.

Hem de iki toplumlu çatışmaların sürdüğü ve savaş ortamı olan bir dönemde…

Yıl 1995, gazeteciliğimin ilk yıllarıydı.

Lefkoşa Sarayönü’nde yürürken, boynunda fotoğraf makinesiyle karşıdan yürüyerek dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın gelişini anımsıyorum.

Ben şaşkınlıkla izlerken, Denktaş’ın esnafla merhabalaşmasından bunun ilk defa görünen bir tablo olmadığını anlıyorum.

Sağında solunda ya da arkasından onu takip eden hiçbir koruması bulunmadan çarşıyı gezmeye çıkan bir cumhurbaşkanı gayet rahat ve bu gezintinin keyfini çıkartıyordu.

Denktaş’ın cumhurbaşkanlığındaki son yıllarda Sarayönü ziyareti, mesaiye başlarken, makam aracıyla güzergâhın uzatılmasıyla gerçekleşir olmuştu. Makam aracının camı açık, Denktaş el sallayarak turunu attıktan sonra saraya ulaşıyordu. Yürümekten arabayla gezintiye geçiş olmuştu.

Sonrası zamanlarda makam araçlarına eskort araçlar eklendi, ardından eskort araç sayısı ikiye yükseldi ve bugüne geldik.

2000’li yıllara geldiğimizde başbakanların konutları da 24 saat polis korumasına alınıyor. Yeni bir olguyla karşılaşıyoruz. Önünde polis kulübesi yerleştirilen evlerin başbakanların konutu olduğunu anlıyoruz.

Devletin zirvesi, güvenlik endişesiyle toplumdan uzaklaştırılarak koruma duvarları arasında bir yaşama mahkûm edilmesinin gerekliliği bugün kendini net gösterebiliyor.

Güvenlik sorunun geldiği son nokta, çok daha endişe verici boyuta varıyor.

Bir yargıcın, aldığı tehditler nedeniyle sürekli polis korumasında olması, ofisinin bulunduğu yerin polis korumasında olması, evine polis koruması eşliğinde gitmek zorunda kaldığını her çevre endişe ile dile getiriyordur.

Hatta emekli yargıçlar, bunun toplumun geldiği güvenlik zafiyetinin göstergesi olduğunun altını çiziyor. Tarihte böyle bir gündemin olmadığını anımsatarak bugünün kötülüğüne vurgu yapıldığını sık duymuş, okumuşuzdur bugünlerde.

KIBRIS TV’ye konuk olan milletvekili Doğuş Derya, aldığı tehditlerden dolayı evinde kalmadığını açıkladı.

Her gün zaten sosyal medya üzerinden hakaretin her türlüsüne maruz kaldığını hepimizin gördüğü Doğuş Derya’ya özelden atılan mesajları tahmin bile edemiyorum.

Yargıç ve milletvekillerinin içinde bulunduğu güvenlik endişesinin boyutu, “Bize neler oluyor?” sorusunu kendimize daha sık sormamızı zorunu kılıyor.

Artık, evinin kapısını penceresini kapatmadan, çocukları mahalleye salıp hava kararınca ne de olsa gelir rahatlığının olduğu, dükkânının kapısına sandalyeyi yatırarak “bir yere gittim geliyorum” mesajı verilen günler geride kaldı.

Evlerin kapılarına çifte kilitlerin takıldığı, çocukların mahallede oynamasının endişe verdiği, devletin zirvesindekilerin tehdit altında yaşam sürmek zorunda kaldıkları bir Kıbrıs’a dönüştük.

Kimsenin kendini soyutlamadan, bu acı gerçeği tartışmamız gerekir.

Kıbrıs’ın güvenli bir ada olmaktan çıkmasının altında yatan sebeplerin neler olduğu tespit edilerek bunların üzerine gitmek için kaybedecek zamanımız yoktur.

Kendimiz, ailemiz, sevdiklerimiz ve bu adada yaşayan her bireyin güven ve huzur içinde yaşayabilmesi için herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Yeter ki söylenmeyi bırakıp bir şeyler yapmaya karar verelim.

YORUM EKLE

banner12

banner1