banner2
banner34

20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamaları Cumhurbaşkanı Tatar’ın BRT’den yaptığı konuşmayla başladı

20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamaları Cumhurbaşkanı Tatar’ın BRT’den yaptığı konuşmayla başladı
banner45

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar,  15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek, Kıbrıs Türk halkının bir asırlık özgürlük mücadelesini taçlandırıldığını belirterek, “Bağımsız ve egemen bir devlete ulaştık.  Bu en büyük başarımız, gururumuz ve onurumuzdur. Bunları da yine   Anavatan Türkiye ile Barış Harekatı’na borçluyuz.” dedi.
  
Cumhurbaşkanı Tatar, Türkiye ile birlikte, ortaklaşa geliştirdikleri tezin;  egemen eşitlik temelinde iki devletin varlığı ve iş birliğini öngördüğünü vurgulayarak, adada ve bölgede sürdürülebilir barış, huzur ve istikrarın yol haritasının bu olduğunu vurguladı.

Cumhurbaşkanı  Tatar, Rum tarafının köhnemiş ve ırkçı zihniyeti sonucu 1963 yılından bu yana yaşananların, Annan Planı referandumunun sonucu,  2017’de Crans Montana’da ve son olarak 2021’de Cenevre’de yaşananların Kıbrıs’ta federal zemine dayalı  bir çözümün mümkün olmayacağını ve yaşatılamayacağını açıkça ortaya koyduğunu belirtti.

Tatar, müzakere yolu ile adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşmadan yana olduklarını ifade ederek,  bunun için mevcut 2 devletin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün kabul edilmesi gerektiğini vurguladı.

Tatar, bölgede de barış, huzur ve istikrara giden yolun, Türkiye’nin de tam destek verdiği egemen eşitlik temelinde iki ayrı devlet tezinden geçtiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Tatar Mavi Vatan konusunda ise “Akdeniz havzası tek başına kimsenin malı değildir. Bu nedenle aralarında KKTC’nin de yer aldığı bölge ülkelerinin hakları göz ardı edilemez. Kabul edilse de, edilmese de KKTC bölgede bir varlıktır, egemen, özgür, yerleşmiş demokratik kurumlarıyla bir devlettir.” dedi. 
Herkese düşen görevin , devleti yaşatmak ve daha da güçlendirmek için elbirliğiyle çalışmak ve Anavatan Türkiye’ye daha sıkı sarılmak olduğunu ,ifade eden Tatar, “Devletimizin değerini bilmeli, onu korumalıyız.  Bu, şehitlerimize ve gelecek nesillere olan borcumuzdur. Devleti ve egemenliği olmayan halkların, diğer halkların kölesi olduğu unutulmamalıdır.” dedi,
 
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlama programı, saat 09.00’da  21 pare top atışı ve Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın BRT’den yaptığı konuşmayla başladı.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın BRT’den yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:

“Yurtsever, kahraman Kıbrıs Türk halkı, sevgili kardeşlerim, 
 Kıbrıs Türk halkını aydınlığa, özgürlüğe, bağımsızlığa kavuşturan 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 47. yıl dönümünü bu yıl bir kez daha büyük bir coşku ve heyecanla kutlarken, mübarek Kurban Bayramı’nın da birinci gününü idrak ediyoruz. Bu vesileyle Türk ulusunun, halkımızın ve tüm İslam aleminin Kurban Bayramı’nı kutlar, sağlık ve esenlikler dilerim. 

Öncelikle, aziz şehitlerimizi, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi liderimiz Dr. Fazıl Küçük ile Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ı, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı rahmet ve minnetle anarken, gazilerimizi saygıyla selamlıyorum. 

Bugün kendi devletimizin çatısı altında, kendi vatanımızda özgür ve korkusuzca yaşıyorsak, bunu aziz şehitlerimize, Mücahit ile Mehmetçiklerimize borçluyuz. 
Tarihi bir günün yıl dönümünü bugün mübarek Kurban Bayramı ile bir arada, şanlı bayraklarımızın gölgesinde özgürlük içinde kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Ana vatan-yavru vatan birliktelik, bütünlük ve dayanışmasını anlamlı bir mesaj olarak, en güçlü bir şekilde dünyaya duyururken, bu mesajın çok iyi algılanması gerektiğini vurgulamak isteriz. 
Sevgili kardeşlerim; Kıbrıs Türkü olarak bugün en büyük bayramımız. Barışa ve özgürlüğe kavuşmamızın 47’inci yıl dönümü… Aynı zamanda Anavatan Türkiye için de onur günü. 47 yıl önce bugün Mehmetçik’le Mücahit’in Beşparmak Dağları’nda, Girne’de, Lefkoşa’da, Mağusa’da, Lefke’de kucaklaştığı, omuz omuza verdiği günün yıl dönümü. 
Yunan cuntası ile EOKA milislerinin 15 Temmuz 1974’te, Osmanlı yadigârı bu adayı, 13’üncü ada olarak, ‘Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ adı altında Yunanistan’a ilhak ve hediye etmelerine kıl payı kala, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Kıbrıslı Türk kardeşlerinin imdadına koşmasıyla şaşkına dönmüşler, Türk’ün kudret ve cesaretine bir kez daha tanık olmuşlardı. Böylelikle Yunanistan’a ilhak anlamına gelen Enosis hayalleri kursaklarda kalmış, soydaşlarının imdadına koşan Türkiye ise silah ambargosu ile cezalandırılmıştı. 
Karşı unsur, 15 Temmuz cunta darbesini okul kitaplarından çıkararak, Türk düşmanlığını körüklemek için, Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974’de başladığı yalanına sarılmıştır. Halbuki BM Barış Gücü’nün niye 1964 yılından beri bu adada görev yaptığı sorusuna verilecek yanıt, Kıbrıs sorununun başlangıç tarihini de gayet net biçimde ortaya koymaktadır. 
Varsın Güney komşularımız bugün, 47 yıl önce adaya barışı getiren, darbeyle devrilen Makarios’un adaya dönmesini, Yunanistan’a demokrasinin yeniden gelmesini sağlayan Barış Harekâtı’nı protesto etsin, varsın Anavatan Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, Maraş’la ilgili tavrını gerekçe göstererek, BM, AB ve dünyayı ayağa kaldırma gayretkeşliğine başvursun,   varsın Maraş’a komşu Derinya sınırında Erdoğan ve Türkiye karşıtı eylemler düzenlesin; Kıbrıs gerçeğini değiştirmeye güçleri yetmeyecektir. Bunları yapmakla ancak kendi kendilerini kandırmaktadırlar. Kıbrıs sorunu 21 Aralık 1963’te Kanlı Noel ile birlikte başlamış ve 1974’e kadar bu toprakları Türklere zindan etmişlerdir. 
Kıbrıs Türk halkı tam 11 yıl dağda bayırda, köyde kentte Rum-Yunan saldırılarına karşı direnmiş, göğsünü siper etmiş, 103 köyden kovulmuş, adanın yüzde 3’üne sıkıştırılmış, yıllar boyu göçmen olarak çadırlarda yaşamış, utanç barikatlarında horlanmış, ancak tüm acı ve gözyaşına rağmen, anavatanından umudunu kesmemiştir. Mücahit ruhuyla direnirken, karşı Rum mevzilerinden kasıtlı olarak Türkçe seslendirilen ve alay edercesine ‘Bekledim de gelmedin’ parçalarını duymazlıktan gelmiş, gözlerini bir an bile Toroslardan ayırmamıştır. Bu var oluş mücadelesi, 20 Temmuz 1974 sabahında paraşütlerin dalga dalga semalarımızda görülmesiyle en büyük müjdeye dönüşmüştü.  Barış Harekâtı’na kadar nice badireler atlatan, öz yurdunda hayatı cehenneme çevrilen, işkenceye tabi tutulan Kıbrıslı Türk kayıpların kör kuyulara atılan cesetlerinin kemikleri hala Kayıplar Komitesi tarafından bulunarak, DNA testleri sonucu ailelerine teslim edilmekte ve törenle, dualarla defnedilmektedirler. Aynen Bosna’da, Srebrenitsa’da olduğu gibi! Kıbrıs Türkü, soykırıma daha 1950’li yılların sonlarından itibaren tanık olmuş, toplu mezarların başında ağıt yakılmış, yürekler dağlanmıştır. 
Tüm bu olup bitenlerden, verilen şehitlerden, çekilen acılardan sonra, 50 yılı aşkın bir süre Kıbrıs Türk tarafını müzakere masasında ‘federasyon masalıyla’ avutanlar, zamana oynayanlar ve BM ile AB tarafından şımartılanlar bilsinler ki, bu tür aldatmacalara ne Kıbrıs Türk halkının tahammülü vardır, ne de büyük Türk milletinin! Kıbrıs’ta olduğu gibi, bölgede de barış, huzur ve istikrara giden yol, Türkiye’nin de tam destek verdiği egemen eşitlik temelinde iki ayrı devlet tezinden geçmektedir. Federasyon diye diye bir 60 yılı daha heba edecek lüksümüz yoktur. Kıbrıs’taki gerçekleri bilip de hala kabullenmek istemeyenler, BM ve özellikle Kıbrıs sorunu çözüme kavuşmadan Rum tarafını, Annan Planı’na rağmen haksız bir şekilde üyelikle ödüllendiren Avrupa Birliği daha fazla yanlışta ısrar etmemelidir. 
Esas amaçları, Kıbrıs Türk halkını federasyon aldatmacasıyla çoğunluğun egemen olacağı bir yönetime yamalamak ve zaman içinde eritmektir. Bu nedenle yıllar sonra yeniden federasyon sevdasına kapıldıklarını görüyoruz. Bize göre bu timsah gözyaşlarından farksızdır. Maalesef Rum-Yunan ikilisi Avrupa Birliği’ni dilediği gibi kullanmakta, Avrupa Birliği de tüm isteklerine boyun eğmektedir. Bu noktadan sonra, Kıbrıs Türkünün varlığını ve haklarını ata yadigârı bu topraklarda kabullenmek ve hazmetmek istemeyenlerle neyi görüşecek, nasıl bir uzlaşıya varabileceğiz? Aynı zamanda anavatan Türkiye’nin haklarını, garantörlüğünü ve uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan askeri varlığını kabul etseler de, etmeseler de bu konuda söz hakkı sadece Kıbrıs Türk halkınındır, Türkiye’nindir.
-
Bölgemizde ve dünyada demokrasi ve katılımcılık giderek değer kazanırken, insan haklarının temel değerleri maalesef demokrasinin savunucusu olduğunu iddia eden bazı ülkeler bu değerlere meydan okumakta, kendi çıkarlarına göre hareket etmektedirler. Kendileri dışındakilerin değerlerini yok saymak, demokrasinin ruhuna ters düşmektedir.
Nitekim Avrupa Birliği (AB) İçişleri Komiseri Yiva Johanson, Yunanistan’ın, sığınmacıları denizden Türkiye’ye doğru yasa dışı geri ittiğini belirterek, bunun temel Avrupa değerlerinin ihlali olduğunu belirtmiştir. Johanson, “Sınırlarımızı korurken değerlerimizi de korumalıyız” demiştir. 
Avrupa Birliği yetkilisinin bu teşhisi ve değerlendirmesini haklı bulmakla birlikte, söz konusu Kıbrıslı Türkler oldu mu, aynı Avrupa Birliği sessiz kalmakta, yıllardır çekilen ekonomik, sosyal, kültürel ve sportif ambargoları görmezden duymazdan gelmektedir. Rum ve Yunan ikilisinin istemi üzerine, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın almış olduğu insanlık dışı, çağdışı ambargo kararı, Demokles’ın Kılıcı gibi hâlâ Kıbrıs Türk halkının başında ‘utanç vesikası’ olarak durmaktadır. Bu karar ve uygulamalar, sözü edilen ‘Avrupa değerlerinin’ ihlali değil midir? Avrupa Birliği bu konularda çelişkili siyasetini sürdürmekte, bir zamanlar desteklediği Annan Planı’na ‘evet’ diyen Kıbrıslı Türklere, ambargoları kaldırma sözü vermesine rağmen, sözünü yerine getirmiş değildir. Avrupa Birliği bu konuda ya istekli davranmamakta, ya da Rum-Yunan engelini aşamamaktadır. Samimi olduktan sonra aşamaz mı? Elbette aşar ve bir çırpıda bu insanlık dışı ambargoları kaldırma kararı alabilir. Kıbrıslı Türkleri ödüllendireceğine ambargolarla cezalandıran Avrupa Birliği, vicdanen hiç mi rahatsızlık duymuyor? 
Bu arada ‘Mavi Vatan’ olarak bildiğimiz karasularımızda Kıbrıslı Türklerin haklarını yok sayanlara, KKTC’yi dışlama siyasetini sürdürenlere karşı da Avrupa Birliği’nin gerekli uyarılarda bulunmasını bekliyoruz. Adayı çevreleyen ve hidrokarbon yataklarının da bulunduğu öne sürülen Doğu Akdeniz havzası tek başına kimsenin malı değildir. Bu nedenle aralarında KKTC’nin de yer aldığı bölge ülkelerinin hakları göz ardı edilemez. Kabul edilse de, edilmese de KKTC bölgede bir varlıktır, egemen, özgür, yerleşmiş demokratik kurumlarıyla bir devlettir. 
Zamanında ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ anayasası uyarınca yüzde 30 ortak olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden Kıbrıs Türk ortağı silah zoruyla atanlar, bugün Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama çalışmalarında, bölgede kıyısı bile bulunmayan bazı ülkelerle iş birliği yaparken, Doğu Akdeniz’de en uzun sahil şeridine sahip Türkiye’nin de KKTC ile ortak çalışmalarından gocunma hakkına sahip değillerdir. Anavatan Türkiye bölgede söz sahibi, hak sahibi güçlü bir ülke olarak, kendi hak ve çıkarları yanında, KKTC’nin de hak, alaka ve menfaatlerini korumakta kararlı olduğunu bizzat Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından defalarca dile getirmiştir. Kaldı ki Kıbrıs Türk tarafının doğal gaz çalışmalarının Rum tarafıyla birlikte, oluşturulacak Komisyonlar tarafından yürütülmesi gerektiğine ilişkin öneri de hala masadadır. Böylesine gerçekçi ve barışçıl bir öneri BM ve bazı ilgili ülkeler tarafından da olumlu karşılanmasına rağmen, Rum tarafının her zamanki retçi tavrı, ırkçı yaklaşımı bu konuda da tezahür etmesi ibret vericidir. Avrupa Birliği’nin dikkatini özellikle bu noktaya da çekmek istiyoruz. Kıbrıs Türklerini dışlama siyasetiyle hiçbir yere varılamayacağını Rum tarafı da kafasına koymalıdır, kendilerini şımartan Avrupa Birliği de!
Kıbrıslı Türklere yıllardan beri yapılan haksızlıkların haddi hududu yoktur ve saymakla bitmez. Ancak AB’nin şımarttığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de, bölgenin öneminin her geçen gün arttığının herhalde farkındadır. Kıbrıs Türkünü dışlaması ve yok sayması, bölgenin değerinin azaldığı anlamına gelmez, daha fazla arttığını gösterir. Sonuçta Doğu Akdeniz, ne Rum-Yunan ikilisinindir ne de kendilerini frenlemeyen Avrupa Birliği’nin! Kıbrıslı Türkler olarak, anavatan Türkiye’nin destek ve himayelerinde 1571’den beri bu topraklarda varlığımızı sürdürüyoruz. Bundan böyle de garantör ülke Anavatan Türkiye’nin güvencesinde ve her bakımdan desteğiyle sürdürmeye devam edeceğiz. Müzakere masasında yarım yüzyılı aşkın bir süre ‘federasyon’ şarkısıyla bizi oyaladılar, zamana oynadılar. Yeterince avutulduk, ama artık yağma yok!      
Türkiye ile birlikte, ortaklaşa geliştirdiğimiz tez egemen eşitlik temelinde iki devletin varlığı ve iş birliğini öngörmektedir. Adada ve bölgede sürdürülebilir barış, huzur ve istikrarın yol haritası budur. Yeni koşullarla yeni bir döneme birlikte adım atabiliriz. Esasen Kıbrıs Türkü ve Anavatan Türkiye olarak, iyi niyetimizi her zaman ve her vesile ile kanıtlamış bulunuyoruz. Bunca yıl boşa harcanan zamanın telafisi isteniyorsa, Rum tarafı ile Yunanistan artık gerçekleri görmeli, daha doğru bir ifadeyle görüp de görmezden geldikleri, siyasetleri gereği inkara kalkıştıkları, hazmedemedikleri KKTC’yi içlerine sindirmelidirler. 21 Aralık 1963’te ortak cumhuriyeti yıkarak, Kıbrıslı Türkleri silah zoruyla cumhuriyetten atan, dışlayanların, bu hareketlere niye tevessül ettiğini BM de bilmektedir, AB de! Hal böyle iken hep ödüllendiren tarafın Kıbrıslı Rumlar, cezalandırılan tarafın da Kıbrıslı Türkler olması, AB değerlerini de, adaletini de sorgulamayı gerektirir. 
Tüm bu haksızlıklar karşısında tek güvencemiz ve çıkış noktamız, Anavatan Türkiye ile ilişkilerimizin geliştirilmesi kaçınılmazdır. Bundan kaygılananlar, Türkiye ile göbek bağımızı kesmemizi isteyen ve bunu açıkça söyleyen Rum lider Anastasiadis ve Brüksel’deki destekçileri bilsinler ki, bizim göbek bağımız 1571’den Osmanlı’dan beri bağlıdır ve bunu çözecek, ayıracak güç mevcut değildir. Göbek bağımızı ayırmaya çalışanların ellerini, kollarını ayırmasını da bilenlerdeniz. Türkiye ile ilişkilerimizi ‘olması gereken noktaya’ taşıyabilmişsek, Kıbrıs Türk halkı olarak bundan mutluluk duyarız. Bu çifte bayram gününde bizleri onurlandıran Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere katkı koyanlara, hizmeti geçenlere Kıbrıs Türk halkı adına canı gönülden teşekkürü bir borç biliriz.
Sevgili kardeşlerim,
Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralandığı 1878 yılının Temmuz ayında bayraklarımız indirilip, Türk askerimiz Kıbrıs’tan uzaklaşırken, gözlerimiz yaşlı, yüreklerimiz yaslıydı. Ama umudumuz tamdı. Türk askerinin bir gün yine geleceğini, Kıbrıs’a yine ayak basacağını, Anavatan Türkiye’nin bizi yalnız bırakamayacağını biliyorduk. Bu inançla yaşadık, bu inançla direndik. Anadolu’da verilen İstiklal Savaşı’ndan aldığımız güç ve ilhamla mücadeleye devam ettik. Ne İngiliz Sömürge Yönetimi’ne ne de Rum’a boyun eğdik. Azınlık ve parya olmayı kabul etmedik. Türklüğün onur ve şerefini ayaklar altında çiğnetmedik. 

O karanlık günlerde yalnız değildik. Anavatan Türkiye her zaman bizimle birlikteydi. TMT öncülüğünde verilen destansı mücadele sonrasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olduk. Tek güvencemiz ve dayanağımız Anavatan Türkiye garantör ülke olurken, Türk askeri de 16 Ağustos 1960 tarihinde 82 yıllık bir aradan sonra Kıbrıs’a yeniden ayak basıyordu. O günü unutmak asla mümkün değildir.
 
Zürih ve Londra Anlaşmaları ile, Türk ve Rum halklarının eşit kurucu ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömrü ancak 3 yıl olabildi. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “Enosis’e sıçrama tahtası” olarak değerlendiren Rum liderliği Kıbrıs Türk halkını imha planı olarak bilinen Akritas Planı’nı hazırlarken, Anayasa’da Türklere tanınan bütün haklar da ayaklar altında çiğneniyordu.  Rum zihniyetine göre Kıbrıs Türk halkı kendileri ile eşit olamazdı. Yine bu zihniyete göre Kıbrıs Türk halkı azınlıktı ve devlet yönetiminde yer alamazdı.  H bu Rum zihniyeti devam etmektedir.

Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmeyi hedefleyen Akritas planı doğrultusunda, 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türklerine yönelik silahlı saldırılar başlarken, halkımız diri diri katliam çukurlarına gömüldü, çocuklarımız banyo odalarında katledildi. 103 köyümüz yakılıp yıkıldı. Halkımız göç yollarına düştü. 1974 yılının 20 Temmuz sabahına kadar adanın yüzde 3’üne tekabül eden gettolarda, kuşatma altında yaşadık. Ama yine direnmeye ve mücadeleye devam ettik. Anavatan Türkiye yine yanımızdaydı. Anavatan Türkiye yine evlatlarını gönderdi. Yüzbaşı Cengiz Topeller, Mücahitlerimizle birlikte bu topraklarda şehit düştü. 

İki hafta önce gerçekleştirdiğim Elazığ ziyaretinde Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın şehit edilen eşi Mürüvvet Hanım ve 3 çocuğu Murat, Kutsi ve Hakan’ın Elazığ’da bulunan kabirlerini ziyaret ettim. Vefa borcumuz olan şehitlerimizi unutmayacağız, unutturmayacağız. 
   
Kıbrıs’ta silahla, katliam ve soykırımla Türk direnişi yok edilemeyince 1968 yılında Kıbrıs meselesine dair müzakereler başladı. Kıbrıs Türk tarafı Anavatan Türkiye ile birlikte 1974 yılına kadar devam eden bütün müzakere süreçlerinde yapıcı bir tutum izlerken, Rum-Yunan ikilisi her zaman halkımıza kabul edilemeyecek azınlık hakları dayatmaya çalışmış, uzlaşmazlığını sürdürmüştür. Bu durum günümüzde de “neo-enosis ideali” olarak karşımıza çıkmaktadır.
  

banner37
BM Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihinde aldığı 186 sayılı haksız ve siyasi kararla bir Rum devletine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti” olarak tanırken, Rum liderliği Kıbrıs Türk halkına diz çöktürebilmek için zamana oynamaya başlamıştı. Rum tarafının bu tutumu hala devam ederken BM Güvenlik Konseyi’nin 186 sayılı kararı çözümün önündeki en büyük engeli teşkil etmektedir. Bu kararın iki taraf arasında yarattığı dengesizlik ortadan kalkmadıkça Rum tarafı hiçbir zaman adil ve kalıcı bir anlaşmaya yanaşmayacaktır. 
 
Nitekim, bu karardan cesaretlenen Rum-Yunan ikilisi Enosis hedeflerine ulaşabilmek için Yunanistan’daki askeri cuntanın desteğiyle 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios yönetimine karşı silahlı bir darbe gerçekleştirip bir an önce adayı Yunanistan’a ilhak etme girişiminde bulunmuştur.  

Bunun bilincinde olan dönemin Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye hükümeti hemen harekete geçerek diğer garantör ülke olan İngiltere nezdinde girişimde bulunmuşlardır. İngiltere, darbeye karşı müdahaleye yanaşmazken, Türkiye uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklarını hiç tereddüt etmeden kullanarak 20 Temmuz 1974 sabahı Barış Harekatı’nı başlatmıştır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı yad ediyor, minnetle anıyorum.
 
“20 TEMMUZ SABAHI DOĞAN GÜNEŞ” 

20 Temmuz 1974 sabahının erken saatlerinde Türk askeri Girne sahillerine ayak basarken, paraşütlerle de gökten yağmur gibi toprağa iniyordu.  O günü, halkımız ile Mücahitlerimizin Mehmetçik’le kucaklaşmasını, sevinç göz yaşlarını ve yaşananları unutmak mümkün değildir. Kıbrıs Türk halkı artık özgürdür, Türk askeri ve Anavatan Türkiye’nin koruyucu kanatları altındadır.  

Ama ne var ki, Türk askerinin ulaşamadığı bölgelerde tam bir soykırım ve katliam yaşanıyordu. Rum kuşatması ve işgali altında bulunan köylerde insanlarımız diri diri katliam çukurlarına gömülürken, büyük bir vahşet ve barbarlık yaşanıyordu. Atlılar, Muratağa, Sandallar, Taşkent ve diğer bölgelerde yaşananlar bunun en büyük kanıtıdır. Bu katliamları da unutmak mümkün değildir. Düşmanlık gütmemekle birlikte daha güvenli yarınlara ulaşabilmek için geçmişte yaşananları hatırlamak ve dikkate almak elzemdir. 

Barış Harekatı’nın ikinci aşaması da büyük bir zaferle tamamlanırken, üzerinde devletimizin ve halkımızın yaşam bulacağı sınırlarımız da çizilmiş oluyordu. 1975 yılında Viyana görüşmelerinde sağlanan nüfus mübadelesi anlaşması da bir diğer önemli başarımızdır. 

BARIŞ HAREKATI OLMASAYDI 
20 Temmuz Barış Harekatı’nın olmadığını düşünmek bile ürpertici ve korku vericidir. Barış Harekâtı olmasaydı, ikinci bir Girit faciası yaşanacak, Kıbrıs’ta bir tek Türk bile sağ bırakılmayacaktı. Bölgenin en stratejik yeri olan Kıbrıs, Yunanistan’a ilhak edilecek, Türkiye’nin güney sahilleri kuşatma altına alınacaktı. Bunları da bilmekte ve hatırlatmakta büyük yarar vardır. 

Barış Harekâtı ile Yunanistan’daki cunta yönetimi yıkılırken, Yunan halkı özgürlüğüne ve demokrasiye kavuşmuş oluyordu.  Darbeye karşı çıkan Rumlar da katliamdan kurtulurken, Kıbrıs adasında barış, istikrar ve iş birliği ortamı yaratılıyordu.  Ama ne yazık ki, tüm yaşananlara rağmen bu tarihi gerçekleri çarpıtmaya çalışanlar yanlışlarında ısrar ediyorlar. 
 
DEVLETİMİZİN DEĞERİNİ BİLELİM
  
Enosis hedefli 1963 Kanlı Noel saldırılarında  halkımız silah zoruyla eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlanırken, yönetsel işlevlerden de yoksun bırakılmıştı.  Ama, halkımız yine ayağa kalkmasını bildi. Halkımız kendi kendini yönetmek için 1964’te Genel Komite’yi, 1967’de ise Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi’ni ve daha sonra Kıbrıs Türk Yönetimi’ni oluşturarak kimseye boyun eğmedi, kimsenin yönetimi altına girmedi. 

Barış Harekatı sonrasında  Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, 1975’te ise Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek, bir asırlık özgürlük mücadelemiz taçlandırıldı. Bağımsız ve egemen bir devlete ulaştık.  Bu en büyük başarımız, gururumuz ve onurumuzdur. Bunları da yine   Anavatan Türkiye ile Barış Harekatı’na borçluyuz.
  
Bugün, bir takım sorunlarımız ve sıkıntılarımız olabilir. Hepimize düşen görev, devletimizi yaşatmak ve daha da güçlendirmek için elbirliğiyle çalışmak ve Anavatan Türkiye’ye daha sıkı sarılmaktır. Devletimizin değerini bilmeli, onu korumalıyız.  Bu, şehitlerimize ve gelecek nesillere olan borcumuzdur. Devleti ve egemenliği olmayan halkların, diğer halkların kölesi olduğu unutulmamalıdır.
  
RUM ZİHNİYETİ DEĞİŞMİYOR  

Barış Harekâtı sonrasında başlayan müzakere süreçleri de Rum-Yunan ikilisinin değişmeyen zihniyeti ve uzlaşmaz tutumuyla yine başarısızlıkla sonuçlandı. Federal zemine dayalı bir anlaşmayı, Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmak ve Türk askerini Kıbrıs’tan uzaklaştırmak olarak gören Rum tarafı, eşitliği, hakları ve zenginliği Türk tarafıyla paylaşmak istemedi. Geçmişte olduğu gibi her zaman Türk tarafına kabul edilmesi mümkün olmayan azınlık hakları önerdi.
 
Rum tarafı  egemen eşitliği  reddederken, Kıbrıs Türk halkını,  Rum devletine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamalamayı  hedefliyordu.
           
Rum tarafı bugüne dek gündeme gelen tüm çözüm önerilerini reddederken, 2008 yılında başlayan son müzakere süreci de  Rum uzlaşmazlığı sonucunda  2017 yılında Crans Montana’da  çökmüştür.  Bu süreçte de Rum tarafı siyasi eşitliği reddederken, “sıfır asker, sıfır garanti” ve Rum hakimiyetinde üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şeklini ısrarla talep etmeye devam etmiştir. 

GERÇEKÇİ VİZYONUMUZ

2020 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Başbakan ve UBP Genel Başkanı olarak 2 devlete dayalı bir çözümü gündeme getirdim ve savundum.  Seçim sürecinde bu yeni vizyonu halkım ile paylaştım. Haliyle seçimi kazanmamla halkımın da destek verdiği yeni bir irade ortaya çıkmıştır.  

BM Genel Sekreteri “bu sefer farklı olmalıdır” vurgusuyla  beni Rum lider ve üç Garantör ülke Dışişleri Bakanlarıyla  Cenevre’ye davet etti. Cenevre’de gerçekleşen gayri resmi  5 artı BM toplantısında  bir anlaşma için egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü zemininde mevcut iki devlet arasında iş birliği öngören  çözüm modelini ilk kez BM’ne sunmuş oldum. Bu tarihi bir adımdır.  

Rum tarafının köhnemiş ve ırkçı zihniyeti sonucu 1963 yılından bu yana yaşananlar, Annan Planı referandumunun sonucu,  2017’de Crans Montana’da ve son olarak 2021’de Cenevre’de yaşananlar Kıbrıs’ta federal zemine dayalı  bir çözümün mümkün olmayacağını ve yaşatılamayacağını açıkça ortaya koymuştur.  Bunlar yeni ve gerçekçi fikirlerin ortaya konmasını zorunlu kılmıştır.  Kıbrıs Rum tarafının esas amacı işgal ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında  tüm adaya şamil üniter bir Rum devleti oluşturmak ve Kıbrıs Türk halkını buna yama yapmaktır. 
      
EGEMEN EŞİTLİĞE VE EŞİT ULULARARASI SATATÜYE DAYALI ÇÖZÜM 

Rum tarafının ucu açık müzakerelerle bizi ve dünyayı aldatmasına ve 53 yıl daha müzakere masalarında esir alınmamıza artık tahammülümüz kalmamıştır. 

Yeni vizyonumuzla ortaya koyduğumuz yeni çözüm modelinin hem adada kalıcı bir uzlaşıyı tesis edeceği hem de kırılgan bir seyir içinde olan bölgemizin barış ve istikrarına katkıda bulunacağı aşikardır. Bu önemli unsurları Rum muhataplarımıza uzlaşı ve diplomasi kapısını açık tutarak anlatmamıza rağmen, provokatif ve tahrik içeren tek yanlı eylemlerine devam etmeyi tercih etmişlerdir.  Sizlerin huzurunda Rum muhataplarımıza bu vesile ile uzlaşı çağrımızı yinelemek istiyorum. 

Gelinen noktada Kıbrıs Türk halkının verilebilecek herhangi bir söze karnı toktur. Hatırlanacağı üzere, Kıbrıs Türk halkı Annan Planı referandumlarında bir çözüme, bir uzlaşıya evet demiş; Rum tarafı hayır demesine rağmen AB üyeliği ile ödüllendirilirken Kıbrıs Türk Halkının barışa taraf iradesi, verilen sözlere rağmen, adeta cezalandırılmıştır. O tarihten kısa bir süre sonra AB’ye tam üye kabul edilen Kıbrıs Rum Devleti bu üyeliğin getirdiği imtiyazları da kullanarak Kıbrıs Türk halkı üzerinde tehdit ve şantaj politikasını gelinen günde de sürdürmektedir. Eğer adil ve kalıcı bir uzlaşıya taraf olduklarını ifade eden başta AB olmak üzere ilgili uluslararası toplum samimiyse, Kıbrıs’ta iki taraf arasında denkliği sağlayacak politikalar üretmelerine ihtiyaç vardır. 

“ADİL VE KALICI BİR ANLAŞMA” 

Bu tarihi yıldönümünde bir kez daha ifade ediyorum ki biz müzakere yolu ile adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşmadan yanayız. Bunun için mevcut 2 devletin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün kabul edilmesi gerekmektedir. 

Ama ne var ki; Cenevre’de gerçekleşen 5+BM gayri resmi toplantısı öncesinde ve sonrasında görüldüğü gibi Rum zihniyeti ile hakimiyetçi tutumu değişmemiştir. Rum liderliği işgalleri altındaki Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayalı bir çözümde ısrarlarını ve “Türkiye’nin garantörlüğü kalkmadan, Türk askeri çekilmeden, Maraş iade edilmeden çözüm olmaz” dayatmalarını sürdürmektedir. 
 
Rum- Yunan ikilisi ile destekçilerinin tüm baskılarına rağmen, egemen eşit iki devletin varlığına ve iş birliğine dayalı çözüm önerimizi Cenevre’de masaya koyduk. Bu çözüm önerimizden vazgeçecek veya geri adım atacak değiliz. Federasyon çözüm modelinin Rum tarafının bağnazlığı karşısında Kıbrıs Türk halkının meşru hak, çıkar ve hatta varlığını koruyabilecek bir model olmadığı gün gibi aşikardır. Ne 1974 öncesine döneceğiz, ne de Rum’un azınlığı olacağız. Anavatan Türkiye ile belirlediğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz. Halkımız müsterih olsun.

Cumhurbaşkanı olarak benim asli görevim, devleti, egemenliği,  halkımın hak ve çıkarlarını korumak, halkımı Rum’un azınlığı yapmamak ve anavatan Türkiye ile olan sarsılmaz bağlarımızı daha da güçlendirmektir. Komplolar, operasyonlar, çirkin saldırılar beni yıldıramaz. Bu inanç ve imanla halkım için mücadeleye devam edeceğim.   

MAVİ VATAN
 
Kıbrıs adası etrafında eşit hak sahibi olduğumuz doğal kaynaklara Anavatan Türkiye ile birlikte sahip çıkma kararlığı içerisindeyiz. 

Mavi Vatan, Anavatan ile aramızdaki bağları perçinleyen, Doğu Akdeniz’deki ulusal çıkarlarımızın korunmasında, hak ve hukukumuzun müdafaasında çok önemli bir stratejik boyuttur.

Egemen eşitlik temelinde Kıbrıs adası etrafındaki hidrokarbon zenginliklerinden yararlanmak konusunda Güney komşumuza KKTC olarak yaptığımız iş birliği önerilerimizin halen masada ve diplomasi kapısının açık olduğunu, bu vesileyle yinelemek istiyorum.

Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC‘yi dışlayan hiçbir girişimin başarı şansı olmadığını ve meşru haklarımıza sonuna kadar sahip çıkacağımızı  sizlerin huzurunda en yüksek sesle yeniden vurgulamak istiyorum.

PANDEMİ – EKONOMİ 

Son bir buçuk yıldır tüm dünya ile birlikte ülkemizi de tehdit eden, hayatı durma noktasına getiren pandemiye karşı  Anavatan Türkiye’nin  de desteğiyle  büyük bir mücadele veriyoruz.  

Halkımızla büyük bir dayanışma içerisinde koronavirüsle mücadele ederek birçok ülkeden daha hızlı şekilde normal yaşantımıza geri dönmeye çalışıyoruz. 

Devlet ile vatandaşın birlik ve beraberliğinin, her sorunun üstesinden gelmek için önemli bir güç   olduğunu göstermeye devam ediyoruz.  Tabi ki bu arada ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşamıyor değiliz. Bunların olumsuz etkileri de halen devam ediyor.  Bu sıkıntıları aşmak için de birlikte hareket edeceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. 
 
Salgın sürecinde büyük bir fedakârlık gösteren doktorlarımız ile tüm sağlık çalışanlarına ve aşı ile tıbbi malzeme konusunda büyük yardımlarda bulunan Anavatan Türkiye’ye şahsım ve halkım adına teşekkür ederim.  

Bu arada önlemlere sıkı sıkıya uymaya devam etmemiz gerektiğinin altını da bir kez daha çizmekte yarar görüyorum. 

Yürekten inanıyorum ki tüm dünyayı olumsuz yönde etkileyen salgın süreci geride kaldıktan sonra ülkemiz hızlı bir yükseliş dönemine girecektir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti turizmde, yüksek öğrenim sektöründe, bilişimde, hafif sanayide, emlak sektöründe, endüstriyel tarım ve hayvancılıkta ileri gitmek için çok uygun koşullara sahiptir. Ekonomiyi ayağa kaldırmak ve güçlendirmek için tüm sektörlerde başarıyı yakalayacağımıza olan inancım da tamdır. Bunu da birlikte başaracağız. 

ASRIN SU PROJESİ 

Diğer yandan KKTC’ye su getirme düşüncesi bazıları tarafından “gerçekleşmeyecek bir hayal” olarak değerlendirilirken, bu hayal gerçek oldu.  Kan istediğimizde kan, can istediğimizde can veren Anavatan Türkiye, suyunu da bize verdi. 
  
Anadolu’dan suyun yüzde yarısı içme suyu olarak kullanılırken, yarısı da   tarımsal sulamada kullanılacaktır.  Bu çerçevede suyun Güzelyurt ve Mesarya ovalarına akıtılması için 2017 yılında başlatılan  KKTC Sulama İletim Projesi çalışmaları devam etmektedir.  Bu arada Güzelyurt ve Mesarya Ovası Ortak Sulama Tüneli  açılmış olup, proje tamamlandığında tarım sektörümüz çağ atlayacak, bolluk ve refah artacaktır. Tüm bunlar için de şahsım ve halkım adına Anavatan Türkiye’ye teşekkürü borç bilirim. 

Kaderde, tasada, kıvançta ayrılmaz bir parçası olmakla gurur duyduğumuz büyük Türk ulusuna, her zaman yanımızda bulunan Anavatan Türkiye ile kurtarıcımız şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, halkımızın şükran duygularını sunar, aziz şehitlerimizi minnet ve şükranla anarken, gazilerimizi ve kahraman halkımızı saygıyla selamlıyorum. 

Kahraman Halkım,
20 Temmuz bizim kurtuluş günümüzdür. 
20 Temmuz var oluş mücadelemizin taçlandığı ve acılarımızın dindiği gündür. 
20 Temmuz Anavatan’ımızla yeniden kavuştuğumuz gündür. 
20 Temmuz kendi sınırlarımızda, kendi yönetimimize ve en önemlisi egemenliğimize kavuştuğumuz gündür. 

İlgili çevrelere net mesajımız şudur:  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti en az Kıbrıs Rum Devleti kadar egemen ve meşrudur. 

İşte bu gerçeklik temelinde hayata geçirilecek iş birliği, yarım asırdır devam eden Kıbrıs meselesini çözecek, adamıza ve bölgemize barış, refah ve istikrarı getirecektir.  

Bu duygu ve düşüncelerle, 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramımızı ve mübarek Kurban Bayramı’mızı kutlar, sevgi ve saygılarımı sunarım.”

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner12

banner1